Beyoğlu Mutlu Son Hizmeti Ebru

Beyoğlu Mutlu Son

Beyoğlu Mutlu Son

tutuşturdu fakat kahkahalar, ufak olanın üstüne bir yumruk

gibi inmiş, sesini soluğunu kesmişti. Domuzcuk, onun

yanında diz çöktü, bir elini büyük şeytanminaresinin üstüne

koydu; çocuğu dinleyip, söylediklerini toplantıdakilere

aktardı:

“Yılan-benzer biçimde-şey mevzusunda ne yapacağınızı bilmek istiyor.”

Ralph güldü. Ötekiler de güldüler Ralph ile beraber. Ufak

oğlan büsbütün kendi içine kapandı.

“Anlat bize yılan-şeklinde-şeyi.”

“Bir canavar diyor şimdi de.”

“Canavar mı?”

“Yılan-şeklinde-şeymiş. Koskocamanmış. Onu görmüş.

“Nerede?”

“Ormanda.”

Ya şurada burada esen meltemler, veya güneşin ufukta

alçalması yüzünden, biraz serinlemişti ağaçların altı. Bunu

hisseden çocuklar, kıpırdadılar tedirginlik içinde.

Ralph, sevecenlikle açıkladı:

“Bu kadar küçük bir adada canavar da olmaz, yılan-benzer biçimde-şey

de olmaz. Öyle şeyler, ancak büyük ülkelerde olur, Afrika ya

da Hindistan gibi yerlerde.”

Beyoğlu Mutlu Son

Çocuklar mırıldandılar; ağırbaşlı hallerle adım atarını salladılar.

“Canavarın karanlıkta geldiğini söylüyor.”

“Karanlıktaysa, göremez ki!”

Hepsi gülüştü, alkışladı.

“Duydunuz mu bunu? Karanlıkta görmüş o şeyi…”

“ama görmüş oldum diye direniyor. Canavar gelmiş, gitmiş; sonra

gene gelmiş, onu yiyecek istemiş…”

“Düşünde görmüştür bunları.”

hepimiz gene gülüştü. Ralph, sözlerinin onaylanmasını

istercesine çevresindekilere baktı. Büyükçe çocuklar, Ralph

şeklinde düşünüyorlardı. Ama mantıksal güvencelerle

yetinemeyen bir kuşku vardı kimi küçüklerin arasında.

“Bir kabus görmüştür. Sürüngen bitkilerin arasında

düşüp kalkarken.”

Baş sallayanlar daha da ciddileştiler: ağırlık basma denilen

şeyin ne işe yaradığını biliyorlardı.

“Canavarı, yılan-şeklinde-şeyi görmüş olduğunü söylüyor. Bu gece

gene gelecek mi diye soruyor?”

“ama yok ki öyle bir canavar!”

“Yılan-gibi-şey, ağaçlara ip gibi sarılan şeylere dönüşmüş

sabahleyin. Dallarda asılı kalmış. Bu gece gene gelecek mi

diye soruyor.”

“ama yok ki öyle bir canavar!”

Hiç kimse gülmüyordu artık. Çocuklar, ağırbaşlı hallerle

gözetliyorlardı birbirlerini. Ralph, iki elini birden saçlarının

arasından geçirdi. Yarı gülerek yarı öfkelenerek, ufak oğlana

baktı.

Jack, denizkabuğunu yakaladı:

“Ralph’ın hakkı var elbet. Yılan-gibi-şey yok. Ama bir

yılan varsa, biz onu avlarız, öldürürüz. Domuzları

avlayacağız, hepimiz et yiyebilsin diye. Yılanı da ararız…”

“fakat yılan yok ki!”

“Ava çıkınca, bundan kesin oluruz.”

Ralph, hem içerlemiş bununla birlikte yenilmişti o anda. Elle

tutulamayacak bir şeye göğüs germek zorunda kaldığını sezdi.